DOLAR

41,9858$% 0,23

EURO

48,7371% 0,44

STERLİN

55,9544£% 0,24

GRAM ALTIN

5.526,93%-0,82

ÇEYREK ALTIN

9.481,00%-0,80

BİTCOİN

4680915฿%1.32585

İmsak Vakti a 02:00
Diyarbakır PARÇALI BULUTLU 19°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Öğrenci Okulda Mı? Parkta Mı?

Öğrenci Okulda Mı? Parkta Mı?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Çocuğunuzun arkadaş ortamı, hayatının her safhasını olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebilecek güçtedir. Okul başarısından sosyal yaşama, genel ahlaktan kişilik gelişimine kadar birçok unsur, çocuğun arkadaş seçimiyle doğrudan bağlantılıdır.

Özellikle genç yaşlarda kurulan kız-erkek arkadaşlıkları, masumane başlayan ilişkiler ve sonrasında gelen yanlışlıklar, ilerleyen yıllarda telafisi imkânsız pişmanlıklara sebep olabiliyor. Bu durumu, kaleme aldığım Başarıda Arkadaş Seçimi kitabımda geniş şekilde ele almıştım.

Sabah Yürüyüşünde Karşılaştığım Manzara

Geçtiğimiz gün, çocukları okula gönderdikten sonra kısa bir yürüyüş yapmak istedim. Evimizin yakınındaki parka doğru yöneldim. Sabah serinliğiyle birlikte kuş sesleri arasında yürümek insana huzur veriyor. Parkın içindeki ağaçların arasında ilerlerken, birkaç dakika sonra karşıma düşündürücü bir manzara çıktı.

Parkın ortasında, bir masada oturan iki lise öğrencisi vardı. Biri kız, biri erkekti. Ne yazık ki, bizim inançlarımıza, örf ve adetlerimize, kültürümüzün edep anlayışına uygun olmayan davranışlar içindeydiler. Yanlarından geçmeme rağmen bana aldırmadılar, kendi hâllerinde devam ettiler.

Bir süre dolaştıktan sonra tekrar aynı noktadan geçtim, yine aynı tabloyla karşılaştım. Dayanamadım, park görevlilerine durumu sordum:
“Müdahale ediyor musunuz?” dedim.
Onlar ise şu cevabı verdi:
“Genelde ediyoruz ama pek dikkate almıyorlar. Parka zarar vermedikleri sürece de elimizden fazla bir şey gelmiyor.”

Bu, sadece küçük bir örnek… Benzer tabloları birçok parkta görebilirsiniz.

Asıl Sorun: Çocuklar Okulda Olması Gerektiği Saatte Neden Parkta?

Burada asıl sorulması gereken nokta şu: Lise çağındaki bu gençler, okul saatinde neden parkta? Neden sınıfta olması gereken çocuklar, yanlış ortamların içinde vakit geçiriyor?

Bu sorunun temel cevabı yine arkadaş çevresinde yatıyor. Masumane başlayan ilişkiler, gençlik heyecanı, duyguların akla baskın gelmesi, kontrolsüzlük ve yanlış yönlendirmeler… Bütün bunlar gençleri zamanla hatalara sürüklüyor.

Bediüzzaman Hazretleri’nin şu sözü, bu noktada kulaklarımda yankılandı:
“Gençlik damarı akıldan ziyade his ve hevesi dinler; his ve heves ise kördür, akıbeti görmez.”

Gençlerimizin aklı, bugün dizilerle, sosyal medya akımlarıyla ve bozulmuş çevrelerle çok kolay yönlendiriliyor. Geleceği düşünmek yerine, anlık hazlara kapılmak onlar için daha cazip hale geliyor.

Yürüyüşüme devam ederken parkın farklı köşelerinde başka manzaralara da şahit oldum. Bir bankta üç üniformalı öğrenci daha vardı; tavırları ne yaptıklarını bilmez hâlde… Biraz yukarıda ise bağımlı olduğu belli bir vatandaş, muhtemelen geceyi parkta geçirmiş, sabahın ilk saatlerinde hâlâ orada…

Bütün bunlar, gençliğin ne kadar tehlikeli bir çevrenin içine çekildiğini gözler önüne seriyor.

Aile ve Okul İşbirliği Şart

Bu noktada iş, anne-baba ile okulun işbirliğine düşüyor. Fakat şunu da belirtmek gerekir: Kaçmak isteyen öğrenci mutlaka bir yolunu buluyor. Bunu, yıllardır sayısız okul müdüründen dinledim. Hepsi “Bir dokun bin ah işit” misali dert yanıyor.

Belki okul yönetimlerinin yapabileceği önemli bir adım, öğrenci derse girmediği anda velisine kısa mesaj göndermektir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu yönde uygulamaları olduğunu biliyorum. Online yoklamalarda okulda olmayan öğrencinin velisine anlık mesaj gidebiliyor. Küçük bir ücret gerektirse bile, çocuğun yanlış bir ortama düşmesinden daha iyidir.

Asıl Sorumluluk Anne-Babada

Ama unutmayalım, en büyük sorumluluk yine anne-babalara düşüyor. Ebeveyn olarak çocuklarımızın her hâlinden, her adımından haberdar olmalıyız. İyi bir kontrol mekanizması kurmalı, kalbine ve vicdanına manevi yasakçılar koymalı, onu ahlaken en güzel şekilde yetiştirmeliyiz.

Çocuklarımızın her hâlinden haberdar olmak, onları manevi yönden beslemek ve ahlaki olarak güçlü bir kişilik inşa etmelerine yardımcı olmak, ailelerin asli görevidir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor:
Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz.” (Buhârî, Cum‘a, 11).

İnsanı yanlışlardan alıkoyan en güçlü mekanizma, kalpteki ve vicdandaki “manevi yasakçılar”dır. Eğer çocuklarımızın kalbine iman, vicdan ve sorumluluk bilincini yerleştirmezsek; dışarıdaki yanlış akımlar, onları kolayca etkisi altına alacaktır.

Burada anne-babaların yapması gereken, sadece “yasak koymak” değil, aynı zamanda çocuğun iç dünyasını doğru beslemektir. Çünkü boş kalan kalp, mutlaka yanlış bir şeyle dolar. Çocuğu ahlaken ve manen güçlendirmek, onu hatalara karşı en sağlam zırhla donatmak demektir.

Çocuğun manevi duyguları beslenmediğinde, yanlışlara düşme ihtimali artar. Arkadaş çevresine dikkat etmeyen aileler ise istemedikleri tablolarla karşılaşabilir. Çünkü çocuk, anne-babasından ve öğretmenlerinden çok arkadaşlarının sözünü dinler, onların tavırlarına göre şekillenir.

Arkadaş Çevresi Geleceği Belirler

Eğer çocuklarınızda istemediğiniz manzaraları görmek istemiyorsanız, en başta arkadaş çevresine dikkat edin. Onun kimlerle vakit geçirdiğini, kimlerden etkilendiğini göz ardı etmeyin.

Unutmayalım: Çocuğunuzun arkadaş çevresi, onun hem dünyasını hem de ahiretini şekillendirecek kadar güçlü bir etkendir.

Çocuklarınızda istemediğiniz manzaraları görmek istemiyorsanız arkadaş çevresine dikkat edin.

Devamını Oku

Çocuklarınız için büyük tehlike…

Çocuklarınız için büyük tehlike…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Okulların yeniden açıldığı bu günlerde, öğrenciler için yepyeni bir dönem başlıyor. Özellikle birinci, beşinci, dokuzuncu sınıf ve üniversite hazırlık ya da birinci sınıfa başlayan öğrenciler için bu dönem, sadece derslerle değil, aynı zamanda sosyal çevreyle de tanışma dönemi. Yeni arkadaşlıklar, yeni alışkanlıklar ve yeni etkilenmeler bu sürecin doğal bir parçası. Ancak bu “doğallık”, bazen beklenmedik riskleri de beraberinde getiriyor.

Altı yıl önce kaleme aldığımız Başarıda Arkadaş Seçimi kitabımızda da vurguladığımız gibi; doğru arkadaş seçimi, bir çocuğun hayatını ya da kariyerini şekillendirebilecek kadar güçlü bir etkendir. Bu süreçte Türkiye’nin dört bir yanında 150’den fazla konferansta öğrencilerimizle buluştuk, onlara başarı yolculuklarında kimlerle yola çıkmaları gerektiğini konuştuk.

Bu yazıda ise kıymetli anne ve babalara küçük ama önemli bir hatırlatmada bulunmak istiyorum:
Arkadaş, sadece oyun arkadaşı değildir, çocuğunuzun hayatına yön veren kişidir.
Bir çocuğun seçeceği arkadaş, onun sadece zamanını değil, karakterini, düşünce tarzını, alışkanlıklarını ve hatta geleceğini de etkileyebilir.

Her Arkadaş Bir Âlem

Günümüzde gençler arasında alkol, uyuşturucu, fuhuş, kumar ve daha nice zararlı alışkanlıkların hızla yayıldığı bir gerçek. Bu alışkanlıkların büyük çoğunluğunun da yanlış arkadaş seçimiyle başladığını unutmamalıyız. Her arkadaş bir âlem, ama bazen de bir tehlike olabilir.

Bilimsel araştırmalar da bu gerçeği doğruluyor. Başarıya ulaşmada anne-babanın, öğretmenlerin ve eğitimcilerin katkısı elbette büyük. Ancak, bu desteğin etkisini yok edebilecek kadar güçlü olan bir şey daha var: yanlış arkadaş seçimi. Nice genç, ailesinin ve öğretmenlerinin tüm çabasına rağmen yanlış arkadaşlar yüzünden potansiyelini kaybediyor. Öte yandan, ailesinden ve çevresinden yeterli destek göremeyen bazı gençler, doğru arkadaş çevresi sayesinde başarıya ulaşabiliyor.

En Çok Vakit Geçirdiğiniz 5 Kişi Kim?

Yapılan çalışmalar gösteriyor ki, bir kişinin hayat kalitesi, en çok vakit geçirdiği 5 arkadaşının ortalamasına yakındır. Onlar gibi düşünür, onlar gibi konuşur, onlar gibi yaşar ve genellikle onlar kadar başarır. Bu çarpıcı veri, hayatımızda kimi yanımıza aldığımızı iki kez düşünmemiz gerektiğini gösteriyor.

Bu noktada Peygamber Efendimizin (s.a.v.) şu uyarısı kulaklarımızda çınlamalı:

“Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.”

Arkadaşlık, sadece birlikte zaman geçirmek değildir. Karakter aktarımıdır. Zamanla fikirler, alışkanlıklar, hatta değerler bile benzeşir. Sevdiğiniz kişiye benzemeye başlarsınız. Nitekim bir başka hadis-i şerifte de bu durum şöyle ifade edilir:

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.”

Bu yüzden, anne ve babaların çocuklarının arkadaş çevresine karşı duyarlı olmaları, zaman zaman bu çevreyi gözden geçirmeleri büyük önem taşımaktadır. Unutmayın, çocuklar bazen yanlış bir arkadaşla tanıştığında geri dönülmesi zor alışkanlıkların pençesine düşebilir.

Geç Kalmayın

Yeni eğitim-öğretim döneminin başında, çocuklarınızın arkadaş çevresiyle tanışın. Onların kimlerle zaman geçirdiğini, kimlerden etkilendiğini gözlemleyin. Öğretmenlerinden bilgi alın, çocuklarınızla bu konuları konuşmaktan çekinmeyin. Ne kadar erken fark ederseniz, o kadar erken önlem alırsınız.

Unutmayın; başarı yalnızca notlarla ölçülmez. Bazen bir arkadaş, bir gencin hayatındaki en büyük dönüm noktası olabilir. Ya doğru yöne çeker ya da karanlık bir yola iter. Bu yüzden, çocuklarınızın kimlerle yürüdüğüne dikkat edin. Çünkü her yol arkadaşı, aynı yöne gitmez.

Devamını Oku

Bediüzzaman’ın Müjdesi Filistin Üzerinden Mi Gerçekleşecek?

Bediüzzaman’ın Müjdesi Filistin Üzerinden Mi Gerçekleşecek?
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Kıymetli kardeşlerim; malumunuz bu dünyada hiçbir şey tesadüfi değildir. Kainatı yaratan, yöneten biri var. Her yaptığını “bir ya da birçok hikmete binaen” yapan biri. Dünyada meydana gelen hadiselere ve zulümlere çeşitli hikmetlere binaen müsaade eden biri var. Bu yüzden “hikmeti”ni bilmediğimiz olaylara “hikmetle” bakmakla mükellef olan biz acil kulları var.

Malumunuz aylardır devam eden ve belki de kainatın yaratılışından bu yana yeryüzünün görmediği enva-ı çeşit zulümlerin, haksızlıkların, insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir Gazze zulmü var.

Aynı bölgelerde Hz Musa’ya çeşitli zulümleri yapan Firavunların günümüzdeki temsilcileri zamanın çağdaş Firavunlarının mazlum Filistin halkına yaptıkları zulümler var.

Ahkemül Hakimin olan Cenab-ı Hak’ın sabredişinin hikmetini tam bilemiyoruz. Ama bu olayla ilgili olarak da elimizden geleni yapmakla, bu anlamda da gerekli tevekkülü yapmakla mükellef olmakla beraber “hikmetle” bakmakla da mükellefiz.

Zira bize hayır ve hikmetle bakmamız emrediliyor;

Sizin hayır sandığınız şeyde şerşer sandığınız şeyde hayır vardırAllah bilirsiz bilmezsiniz. (Bakara 216. Ayet)

Bu yüzden bu hadisede “Hayır” aramakla mükellefiz. Hayrın ne zaman tezahür edeceğini bilmiyoruz. Ama inanıyoruz ki; bizim bilmediklerimizi O bilir ve O mutlaka ya bu fani dünyada ya da sonsuz dar-ı bekada adaletini tecelli ettirecek ve bu hadisede de “hayr”ı nasip edecek.

Malumunuz Hz Musa (a.s.) ve Hz Hızır (a.s.) arasında geçen ve zahiren meydana gelen hadiselerin içi yüzünü ve hikmetini daha sonra belki de anlayacağımız olaylarla ilgili istikametli bir bakış açışı veren ve Kehf suresinde detaylı bir şekilde anlatılan bir kıssa var.

Ben Sorularla İslamiyet sitesinden özetini kısa bir şekilde aktarayım:

Hz. Hızır, ilm-i ledün denilen, “hâdiselerin hikmet yönünü bilme,” hususunda İlâhî lütfa mazhar olmuş bir büyük veli yahut bir peygamber. Hazret-i Musa(a.s.) bu zattan hikmet dersi almak ister. Hz. Hızır onun arkadaşlık teklifini,

“Sen benimle beraberliğe sabredemezsin”

şeklinde ilginç bir gerekçe ile reddeder ve sözünü şöyle tamamlar:

“(İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?”

Hz. Musa’nın(a.s.)

“İnşallah sen beni sabreden bir kul olarak bulacaksın, senin emrine de karşı gelmem”

demesi üzerine arkadaş olurlar.

Hz. Hızır bu arada bir de şart koşar:

“Ben bir konuda sana bilgi verinceye kadar benden hiçbir şey sorma!”

Bir gemiye binerler. Hz. Hızır, gemiyi yaralamaya başlar. Hz. Musa (a.s.) dayanamayıp itiraz eder. Hz. Hızır’ın ikazı üzerine,

“Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme…” 

diyerek özür beyan eder. Yolculuğa devam ederler. Hz. Hızır, küçük bir çocuğu öldürür. Hz. Musa, buna da itiraz eder. Hz. Hızır kendisini tekrar ikaz edince, Musa aleyhisselâm:

“Bundan sonra sana bir şey sorarsam artık benimle arkadaşlık etme.” der.

Daha sonra bir köye uğrarlar, kimse onları misafir etmez. Hz. Hızır, o köyde yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarı tamir eder, doğrultur. Hz. Musa, biraz da sitem karışımı bir üslupla, böyle yapmasının hikmetini sorunca, Hz. Hızır,

“Arkadaşlığımız burada sona eriyor; şimdi sana sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim.” der.

Gemiyi yaralamasından başlar: “Zâlim bir hükümdarın sağlam gemilere el koyduğunu, gemiyi bu yüzden ayıplı kılmak istediğini söyler. Öldürdüğü çocuğun babasının salih bir zat olduğunu, çocuğun onları azgınlığa ve nankörlüğe boğmasından koktuğunu ifade eder. Duvar tamirine gelince, o duvarın altında bir hazine bulunduğunu, evdeki iki yetim çocuk büyüyünceye kadar duvarın yıkılmaması gerektiğini, onun için tamir yoluna gittiğini anlatır. Ve bütün bu işleri, kendi hevesiyle değil, İlâhî ilhamla yaptığını özellikle vurgular.”

Allah kelâmında yer almış bu kıssadan almamız gereken en büyük ders şu olsa gerek:

“Hz. Musa gibi büyük bir peygamber bile hâdiselerin altında yatan İlâhî hikmetleri tam olarak bilemediğine göre, biz boşuna kendimizi yormayalım.”

Filistin meselesine de bu yönde bir hikmet bakışıyla bakmak lazım. Allah (c.c.) isterse bir dakikada malum zalimleri, destekçilerini ve bu zulme karşı sessiz kalanları yerle bir edemez mi?  “Eder” ama bazı hikmetlere binaen yerle bir etmiyor. Ya erteliyor, ya da bazı hikmetlerin gerçekleşmesini bekliyor.

Bu hikmetlerden bir tanesi benim fehmettiğim kadarıyla Avrupa’da İslamiyet’in hızlı bir şekilde yayılmasıdır. Bu işgallerden ve İsrail Firavunlarının yaptığı zulümlerden sonra İslam’a olan teveccühü görünce Bediüzzaman hazretlerinin yıllar önce verdiği müjde aklıma geldi.

Osmanlının son yılları Meşrutiyetin ilanın ilk yıllarında, İstanbul’da Câmiü’l-Ezher’in Reîs-i Ulemâsı olan Şeyh Bahît Hazretleri (ra) İstanbul’da Eski Saîd’e sordu:

“Mâ tekūlü fî hakkı hâzihi’l Hürriyyeti’l Osmâniyyeti’ ve’l medeniyyeti’l Avrûbâiyye(ti).” 

Said cevaben demiş “İnne’l Osmâniyyete hâmiletün bi devletin Avrûbâiyyeti fesetelidü yevmen mâ Ve’l Avrûbâ hâmiletün bi’l İslâmiyyeti fesetelidü yevmen mâ.”

Ya‘nî, “Osmanlı hükûmetindeki hürriyete ne diyorsun ve Avrupa hakkında fikrin nedir?”

O vakit Eski Saîd demiş: “Osmanlı hükûmeti Avrupa ile hâmiledir; Avrupa gibi bir hükûmeti doğuracak. Avrupa da İslâmiyet’e hâmiledir; o da bir İslâm devleti doğuracak” Şeyh Bahît’e söylemiş.

Bu cevaba karşı Şeyh Bahîd Hazretleri, “Bu gençle münâzara edilmez. Ben de aynı kanaatteyim. Fakat bu kadar veciz ve beliğâne bir tarzda ifade etmek ancak Bedîüzzamân’a hastır.”  demiştir.

Evet Osmanlının yıkılışı ve Cumhuriyetin kurulmasıyla cevabın birinci kısmı olan “Osmanlı hükûmeti Avrupa ile hâmiledir; Avrupa gibi bir hükûmeti doğuracak.” kısmı tahakkuk etti.

İkinci kısmı olan “Avrupa da İslâmiyet’e hâmiledir; o da bir İslâm devleti doğuracak” cümlesiyle ilgili olarak günümüze kadar çok şey yazıldı, çizildi. Ama müjdeye en elyak cevap günümüzde Gazze olaylarından sonra Avrupa da olan İslama teveccüh olabilir.

Zira hiç ummadığımız bir tarzda İslam’a teveccüh var.

İslam ülkelerinin sefahatlerinden ve rahatlarından taviz vermeyip Müslümanları savunmadığı bir zamanda Avrupa ülkelerinde Filistin lehine yapılan yürüyüşler ve faaliyetler bizleri bu müjdeye daha da yakınlaştırıyor. Bu hadiselerden sonra hemen hemen her gün Avrupa ülkelerinde onlarca kişinin İslam dinini araştırıp Müslüman olduklarını görüyoruz.

Üstad’ın Emirdağ lahikasında “Bizler hakaik-i İslamiyenin kemalatını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin etbaları fevc fevc kıtalarla İslamiyete dehalet edeceklerdir”

‘’Eğer biz, doğru İslamiyet’i ve İslamiyet’e layık doğruluğu ve istikameti göstersek bundan sonra fevc fevc (dalga dalga) dahil olacaklar.’

Doğru İslamiyet’i ve İslamiyet’e layık doğruluğu ef’alimizle, fiillerimizle, davranışlarımızla göstersek ve yaşarsak,

Şayet bunu yaparsak, bunu yapabilirsek; Avrupa dalga dalga Müslüman olacak. Amerika, belki kıtasıyla beraber İslamiyet’e dehalet edecek.

Bunu günümüzde maalesef İslam alemi fiilleriyle doğru İslamiyeti yansıtmıyor. Hatta İslam alemindeki gayr-i İslami yaşantıları, soygunları, yolsuzlukları, hırsızlıkları, rüşvetleri, adam kayırmaları gören birçok Avrupalı İslam’dan soğuyor.

Bediüzzaman’ın “ef’alimizle izhar etsek” yani yaşantımızla, fiillerimizle İslam dinini yansıtırsak sözünü en layık bir surette bu zamanda Filistinli kardeşlerimiz yerine getiriyor. Bir “Hasbunallahu ve ni’mel vekil” deyişleri bile insanları imana getirmeye yetiyor.

Bu yüzden görünen o ki; İslam alemindeki rehavete mukabil bu hadiseden sonra Filistindeki kardeşlerimizin bu ihlaslı, samimane ve rızay-ı ilahiden başka bir amaç gütmeyen yaşantıları ve tevekkülleri Avrupa aleminde ciddi bir şekilde İslamı araştırmaya ve kabul etmeye vesile oldu ve oluyor.

Geçenlerde bu süreci yakından takip eden bir imam arkadaşla konuşuyorduk. “Yıllarca tebliğ yapılsa Avrupa’da İslamın uyanışı ve kabul görmesi için bu kadar etkili olmazdı. Avrupa’da ve diğer gayr-i İslami ülkelerde çok ciddi bir şekilde İslam’a yöneliş var” dedi.

Bu işin hayır yönlerinden biri de bu görünüyor. Muhtemelen Filistinli kardeşlerimizin bu fedakârane mücahedeleri ciddi bir uyanışa vesile olacak ve Bediüzzaman hazretlerinin yıllar önce beliğ bir surette ifade ettiği müjde inşallah gerçekleşmiş olacak.

Ama bu zulümlere karşı menfaatleri için suskun kalan, göz yuman, belki de destek olan alem-i İslam da ya bu dünyada ve ya da dar-ı bekada “Zulme rıza zulümdür” kaidesinde bu rızasının karşılığını görecek.

İbrahim Hakkı hazretlerinin dediği gibi;

Deme niçin şu şöyle,
Yerindedir ol öyle,
Bak sonunu seyreyle,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.

Devamını Oku

Filistin’li direnişçiler neden böyle hareket ediyor?

3

BEĞENDİM

ABONE OL

Güneşin gurubunun yaklaştığı, İkindi vakti gelen bir Peygamberin (a.s.m.) akşam saatlerinde imtihana tabi tutulan ümmeti olarak bu felaket ve helaket asrında farklı imtihanlardan geçiyoruz.

Bu asır tarif edilirken “şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüz günah insana karşı geliyor” (Kastamonu Lahikası 103) deniliyor.

Bir yandan dakikada yüz günah ile karşı karşıya kalan ve günahları, israfları, sefahati adet haline getiren ve İslam’ın sancaktarı olduğunu iddia eden Müslümanlar, diğer yandan İslam alemi olarak ciddi bir şekilde sahip çıkmadığımız, dünyevi menfaatlerimizin zedelenmesinden korktuğumuz için “ne halleri varsa görsünler” modunda terk ettiğimiz “Hasbunallahu ve ni’mel vakil” in  tezahürünü hakkalyakin müşahade ettiğimiz Gazze’deki onurlu Müslümanlar.

Bir yandan dünyevi çıkarları uğruna gayri Müslimlere savaş yardımı yapan, zalimler Müslümanlarla savaşırken bile yardımlarını esirgemeyen Müslümanlar, diğer yandan canını Allah yolunda vermekten zerre kadar tereddüt etmeyen “Biz ondan geldik ve yine ona döneceğiz” ayetinin tezahürünü gözünü kırpmadan hayatına aksettiren Müslümanlar…

İmtihan bu son demlerde bizlere bunu da sundu… Bakalım yevmil mahşerde neler olacak?

Bu halleri temaşa ederken aklıma Hz Ömer (r.a.) döneminde Ebu Zer Gıfari (r.a.) ile yaşandığı rivayet edilen bir hadise geldi. Malumunuz Ebu Zer (r.a.) asrı saadet devrinde bir “Mer Adam”…

Kıymetli kardeşlerim hikayenin sonunda Ebu Zer, babayı katleden adam ve öldürülen babanın çocuklarının sözlerini hayatınızın bir yerlerinde kullanılmak üzere lütfen not ediniz:

Bir gün Hz. Ömer, etrafını çepeçevre saran bir grupla sohbet hâlindeyken, iki yağız delikanlının bir kişiyi kollarından tutup kendilerine getirdiğini gördü.

“Nedir bu hâl, bu adamı neden böyle yaka paça getirdiniz?” diye sordu.

“Ya Ömer! Bu adam bizim babamızı öldürdü. Biz de adaletin tecellisi için tutup size getirdik. Ne yapmak lazım geliyorsa onun yapılmasını sizden istiyoruz.” cevabı verdi gençlerden biri…

Katil zanlısı mahkemede bizzat Hazreti Ömer tarafından yargılandı. Hazreti Ömer adama, “Gençlerin dediklerini duydun. Söylenenler doğru mu? Eğer doğruysa senin söyleyeceklerin nelerdir?” diye sordu.

O genç bu söylenenlere itiraz etmedi.

Söylediklerinin doğru olduğunu ancak kendisinin de söyleyecek birkaç sözü olduğunu belirterek izin aldıktan sonra konuşmaya başladı:

“Ben bir köylüyüm. Buraya Efendimiz aleyhissalatü vesselam’ın kabri şerifini ziyaret etmeye geldim. Medine civarına geldiğimde abdest almak ve dinlenmek için müsait bulduğum bir hurmalık yakınında durdum. Abdest alırken baktım ki atım hurma dallarına uzanmış; yemeye çalışırken ağacın dallarını kırıyor ve zarara sebebiyet veriyor. Buna mâni olmak için derhal atımın olduğu tarafa koştum. İşte o anda karşıdan yaşlı bir adam bana karşı bağırarak geldi, iyice yaklaştıktan sonra hiçbir şey demeden ve sormadan, bir şey söylememe fırsat bulamadan, elindeki büyükçe taşı atıma hızla vurdu ve at düşüp öldü…

Atımı çok severdim, ondan başka da bineğim yoktu ve o yaşlı adam atımı bir hiç uğruna öldürmüştü. Dayanamadım, ben de onun ata vurduğu taşı alıp kendisine fırlattım. Adamcağızın eceli gelmiş olacak ki o da öldü. Tabii ki bu duruma çok üzüldüm. Azıcık bir öfke sebebiyle bir adamın ölümüne sebep olmuştum. Hemen bu yaşlı adamın kim olduğunu araştırdım, ailesini buldum çocuklarına durumu uygun bir dille anlattım… Ben şayet o anda kaçmak isteseydim, kolayca kaçardım; ama ben Allah’a ve ahiret gününe inanmış bir kimseyim. Cezam ne ise onu dünyada çekmeye razıyım, ilâhi adalet ne ise tatbik edilsin ve hak yerini bulsun…”

Adamın anlattıkları mahkeme salonundaki herkesi etkilemişti, ancak adaletin tecelli etmesi için hüküm ne ise tatbik edilecekti.

Babaları ölen gençler diyet almaya razı olmuyorlar ve kısas yapılmasını istiyorlardı; karar verildi. Kısas yapılacak ve adam idam edilecekti. Hiç itiraz etmedi. Telaşlanmadı, paniklemedi, gayet soğukkanlı bir şekilde hükme rıza gösterdi.

“Yalnız bir ricam var.” dedi ve ekledi:

“Benim bakımıyla ilgilendiğim bir yetim var. Onun bana teslim edilmiş olan altınlarını bahçemde bir yere gömdüm. Bu altınlar o yetimin geleceği… Onların yerini de benden başka kimse bilmiyor. Eğer bana üç gün müsaade ederseniz, gider onların yerini o yetime bildiririm. Böylece hem o yetim yavrunun gelecek açısından maddi problemi hallolmuş olur, hem de ben emanetin vebalinden kurtulmuş olurum.”

Hazreti Ömer, “Şu anda sana nasıl müsaade edebiliriz ki? Zira sen bir suçlusun, cezan infaz edilecek. Kaçmayacağına nasıl inanacağız?” diye sordu.

Adam kaçmayacağına, geri döneceğine dair yeminler etti, ama fayda etmedi.

Hazreti Ömer, “Ancak yerine bir kefil bulabilirsen serbest kalabilirsin.” diye yeni bir çözüm yolu önerdi.

Adam o civarın yabancısıydı. Bu civarda kimseyi tanımıyordu ki kefil bıraksın. Genç son çare olarak oradaki insanlara dönüp baktı. Acaba kendisine kefil olan çıkar mıydı? O sırada gözüne Ebu Zerr Hazretleri takıldı:

Parmağıyla işaret ederek, “Bu zat bana kefil olur.” dedi. Hazreti Ömer şaşkınlık içinde Ebu Zerr’e dönerek, “Ya Eba Zerr! Ne diyorsun kefilliği kabul ediyor musun?” diye sordu.

Ebu Zerr hiç tereddüt etmeden, “Bu adamın üç güne kadar döneceğine inanıyor ve kefil oluyorum.” dedi.

Adamı serbest bıraktılar…

Koca bir ülke üç gün boyunca adamın geri dönüp dönmeyeceğini konuşmaya başladı. Birinci gün gelen giden olmadı. “Acaba sözünü tutacak mı?” diye sorular sorulmaya başlandı.

İkinci gün de gelmedi adam.

Üçüncü günün öğlen vakitlerinde “Bu adam gelmeyecek” yorumları yapılmaya başlandı.

Ölen adamın çocukları “Ya Eba Zerr! Kefil olduğun adam hâlâ ortalarda görünmüyor. Kim olduğunu bilmediğin bir kimseye niçin kefil oldun? Adam bir kere ölümden kurtuldu, bir daha geri gelir mi?” diyerek sitem ediyorlardı.

Hazreti Ömer, “Ya Eba Zerr! Kefil olan o genç eğer vermiş olduğumuz sürede gelmezse, zamanı gelince emr-i ilahiyi tatbik eder ve kısas hükmünü geciktirmeden uygularım!” diye haber yolladı.

Bu tartışmalar arasında akşamı ettiler…

Herkesi bir üzüntü kaplamıştı; zira o genç gerçekten de gelmeyecek olursa, kefil olduğu için kısas Ebu Zerr’e yapılacaktı. Bu olayı duymayan kalmamıştı. Medine çalkalanıyor, herkes adamın geleceği yolu gözlüyordu.

İşte bu esnada Medine’nin girişinden bir adamın tozu dumana katarak geldiği görüldü. Kan ter içinde gelen bu adam, idam edilecek adamdan başkası değildi.

Hazreti Ömer, “İdam edileceğini bile bile neden koşarak geri döndün?” diye sordu.

Adam bir saniye tereddüt etmeden cevap verdi:

“Elbette gelecektim! Benim için bir adam idam edilmeyi göze aldı. Ben, ‘Müslümanlar arasında ahde vefa kalmadı.’ sözünü kimseye söyletmem.” dedi.

Hazreti Ömer, Ebu Zerr’e döndü:

“Tanımadığın bir adama neden kefil oldun? Bu kefaret senin kelleni götürebilirdi.” diye sordu.

“Elbette kefil olacaktım. Ben, ‘Müslümanlar arasında söze itimat kalmamış. Bu dünyada fazilet ve güven kalmamış.’ dedirtemezdim.” cevabı verdi Ebu Zerr…

Gözler ölen adamın çocuklarına döndü.

Daha kimse bir şey demeden, “Ya Ömer, biz babamızın katilini affettik.” dediler.

“Neden?” diye sordu Hazreti Ömer!

“Olayın bir kaza olduğu belli. Adamın pişman olduğu da görülüyor. Biz, ‘Müslümanlar arasında merhamet ve insaf kalmamış.’ dedirtemeyiz.” dediler.

Kıymetli okurlar;

‘Müslümanlar arasında ahde vefa kalmadı.’

 ‘Müslümanlar arasında söze itimat kalmamış. Bu dünyada fazilet ve güven kalmamış.’ 

‘Müslümanlar arasında merhamet ve insaf kalmamış.’

Sözlerini lütfen Müslümanların arasında kaybolmuş olan bu hasletleri tekrar hatırlamak, hatırlatmak ve hayatınızda düstur haline getirmek için not edin.

Şimdi bu hikayeyi niçin anlattım, konumuzla (Gazze ve Filistin olayları) alakası ne? İsterseniz onunla ilgili düşüncelerimi de paylaşıp, yazımı nihayete erdireyim.

Ben Gazze’deki Müslümanları izleyip asrımızdaki diğer Müslümanlarla kıyasladığımda farklı ve imanın her zerresini bütün duygularında hisseden ve yaşayan bir Müslüman topluluğu görüyorum.

Sübhanallah nasıl bir iman bu…

Şehit haberleri karşısında “İnan Lillahi ve İnna İleyhi Raciun” Onlar ki başlarına bir musibet geldiğinde: “Şüphesiz ki biz Allah’a aitiz/Allah’tan geldik ve hiç şüphesiz yine O’na döneceğiz.” derler. (2/Bakara, 156)

Ayetini hiç tereddüt etmeden okuyan.

Başlarına gelen her türlü musibetlere karşı ve bed muamelelere karşı;

Sadık ve sağlam mü’minler Öyle kimselerdir ki; bir kısım korkak ve münafık insanlar onlara gelip, “Gerçekten kuvvetli ve tehlikeli düşman olan insanlar size karşı toplanıp bir şer ittifakı kurdular. Aman ha, onlardan korkun ve kendileriyle uyuşun. Çünkü bunlarla başa çıkmanız ve başarılı olmanız imkânsızdır.” dediklerinde, bu tehdit ve teklifler o mü’min ve mücahitlerin imanlarını artırıp moral ve maneviyatlarına güç katmıştır; çünkü onlar:  “Allah bize yeter. Ve O ne güzel ve en mükemmel Vekîl’dir.  Biz O’nun emrinde, O da bizimle beraber olduktan sonra, O’nun izni ve iradesi dışında hiçbir güç bize zarar veremeyecektir” diyerek dik duran sadıklardır. (Ali İmran 173)

Ayetini azami bir iman ve hakkalyakin derecesinde okuyabilen bir kavim.

Bu zamanda yeryüzünde muhtemelen böyle bir kavim göremezsiniz.

“Ahirzaman sahabeleri” tabirine belki de şu anda en elyak tek topluluk onlardır.

Asrı saadet döneminde olsalar belki de Peygamberimiz (a.s.m.) Mekke’deki putları devirme görevini onlara verirdi.

“Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, kurtuluşa eren fırka (Fırka-ı Naciye) dışında kalan yetmiş iki fırka cehenneme gidecektir.” Bu Hadis-i Şerifi bir kısım Müslümanlar gibi farklı yorumlayıp “Fırka-ı Naciye” aramaya kalkışsak şüphesiz “Fırka-ı Naciye” olarak düşünebileceğimiz tek fırka Gazze’lilerdir.

Böyle bir kavim. Her yönüyle Müslümanlara ve müminlere numune-i imtisal bir kavim.

Gazze’deki Müslümanları izleyince benim aklıma Hz Ömer dönemindeki Ebu Zer hadisesi ve akabinde şu cümle geliyor.

Herhalde diyorum Gazze’li Müslümanlar “Yeryüzünde gerçek Müslüman kalmadı, demesinler” diye bu sağlam iman ve fedakarlıkla mücahede ediyorlar. Yoksa bu asırda bu fedakarlığın, bu cihadın, bu teslimiyetin başka bir tarifi olamaz, diye düşünüyorum.

Cenab-ı Hak onlardaki sağlam imandan bizlere ve bütün Alem-i İslam’a nasip etsin.

Selametle kalın.

Yazıyla ilgili görüş ve önerileriniz metinozmen111@gmail.com adresine bekliyorum

Devamını Oku

Bir Gıybet, Bin Günah…

Bir Gıybet, Bin Günah…
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Kıymetli okurlar gıybet hastalığının en tehlikeli yönlerinden birisi de katlamalı günahlara sebep olmasıdır.

Nasıl oluyor bu “katlamalı günah” işi diyorsanız?

Diyelim ki yaptığınız bir gıybetin farkına vardınız ya da yaptığınızın yanlış olduğunu bir zaman sonra fark ettiniz, pişman oldunuz ve yanlışınızdan dönmeye karar verdiniz. Öncelikle gıybetini yaptığınız kişiyi bulabilecekseniz –aradan uzun bir zaman geçmişse bulamayabilirsiniz de- ondan helallik dileyeceksiniz. Bu gene de işin en kolay yönü. Bir de öbür tarafı var. Gıybetini yaptığınız kişi ya da kişileri bulmak ve helalleşmek gerekiyor. Eğer bir toplulukta bu gıybeti yapmışsanız vay halinize… O kişilerin tümünü bulup, durumu düzeltmek ve bu süre zarfında yaptığınız gıybetten dolayı bunlarda oluşan ön yargıyı düzetmek durumundasınız. Bu da yetmedi.

Diyelim ki; 5 yıl gibi bir süre geçti aradan ve bu kişiler sizin yaptığınız gıybete istinaden bunlar da sizin gibi dillerine hakim olamayıp bu gıybeti yaydılar. Bunların da bu kişileri bulup, durumu düzeltmeleri lazım. İla  ahir… Günah+ günah+ günah…

Bakın bir gıybet nelere sebep olabiliyor… İşte bundandır ki; “Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi gıybet dahi salih amelleri yiyip bitirir.” Evet bir gıybet sizi bitirebilir.

Bir de şu yönü var; gıybetini yaptığınız şahıs size göre “yamuk” olan yönünü “sizin gıybetinizden bihaber” yanlışının farkına varıp, pişman olup düzeltti. Ama sizin gıybetiniz yayıldıkça yayıldı, birçok kişi de sizin bu şahıs ile ilgili anlattığınız ve bu şahısta da aslında şu anda devam etmeyen bu yamukluktan dolayı önyargı oluştu. Bununla belki de hayırlı, faydalı bir iş yapacaklardı, sizin bu gıybetiniz yüzünden vazgeçtiler. Belki hayırlı iş yapabilecek kişileri de vazgeçirdiler. Şimdi ne olacak?

Ayıkla bakalım pirincin taşını…

Bir gıybet, bin günah… Değer miydi? İki lafın belini kırarken, hayatınızı ve hassaten sonsuz hayatınızı kırmaya…

Selametle kalın…

Görüş ve önerileriniz için: metinozmen111@gmail.com

Devamını Oku

Diyarbakır Web Tasarım Ajansı

Diyarbakır Web Tasarım