30,1045$% -0.01
32,7584€% -0.03
38,0444£% 0
1.962,95%-1,24
3.323,00%-0,32
1302035฿%1.00412
13 Mayıs 2025 Salı
Yaklaşık 40 yılı aşkın süredir Türkiye’nin en büyük güvenlik tehditlerinden biri olan PKK silahlı kanlı terör örgütü , bugünlerde yapılan ikili görüşmelerle yeniden kendisini Fesih etmekle gündemde, Pkk terör örgütünün Silah bırakma veya fesih söylentileri sonucunda bugün itibari ile kendisini Fesih etme kararını aleni ilan etmiştir.
Fakat bu Fesih ile ilgili yaşanan süreç için atılan adımlar ve kamuoyu önünde kamuoyuna basın toplantısı ile açıklanan Fesih beyanları toplumsal barışa dair umutları canlandırırken, geçmişte yaşanan tecrübeler bu tür açıklamalara temkinli yaklaşmamız gerektiğini diğer taraftan hatırlatıyor.
Bu örgüt, yalnızca bir grup silahlı militanlardan ibaret değil, aynı zamanda karmaşık bir ideolojik, politik ve ekonomik ağın merkezinde yer almaktadır.
Peki, terör örgütünün almış olduğu bu fesih kararı gerçekten barış anlamına mı gelir, yoksa Pkk terör örgütünün kurnazca gerçekleştirdiği yeni bir taktiksel hamlesimidir?
Barışın Umudu ve Olası Kazanımlar
Eğer gerçekten samimi bir fesih gerçekleşirse, elbette bunun toplumsal huzur ve güvenlik açısından büyük kazanımları olabilir:
• Toplumsal Huzur:
Silahların susması, bölgede yaşayan milyonlarca insan için daha güvenli bir yaşam anlamına gelir. Bölge Çocuklarının güzel bir eğitim alması için okullarına korkusuzca gidebilir, Tarım ve hayvancılık eski verimli günlerine dönebilir.
Çiftçilik ve hayvancılık ile uğraşan aileler tarlalarını huzur içinde sürebilir, hayvanlarını geniş otlaklıklarda güvenle yayabilirler.
Bölge esnafları ticaretlerini diledikleri gibi yapabilirler, dükkânlarını çekinmeden açabilirler.
• Ekonomik Kalkınma:
Bölgedeki yatırımlar artar, turizm canlanır ve yerel ekonomiler güçlenir. Güvenlik harcamalarına ayrılan milyarlarca liralık kaynak, eğitim, sağlık ve altyapı gibi alanlara kaydırılabilir.
• Uluslararası İtibar:
Terörle mücadelesinde önemli bir aşama kaydeden Türkiye, hem bölgesel hem de küresel platformlarda daha güçlü ve saygın bir konuma gelebilir.
• Sosyal Uyum:
Etkili bir barış süreci, toplumsal kutuplaşmayı azaltır, farklı etnik gruplar arasındaki gerilimleri yumuşatır ve toplumsal bağları yeniden güçlendirir.
Ancak Ya Olası Tuzaklar?
Ne yazık ki bu tür örgütlerin fesih veya silah bırakma açıklamaları her zaman gerçek niyetlerini yansıtmaz.
Geçmişte defalarca gördüğümüz gibi, bu tür hamleler bazen sadece yeni bir strateji, yeniden yapılanma veya zaman kazanma taktiği olabilir:
• İsim Fesihi veya Değişikliği, Amaç Değişmez:
PKK gibi yapılar, yıllar içinde birçok kez farklı isimlerle sahneye çıktı. KADEK, Kongra-Gel, PJAK veya YPG gibi farklı adlar altında benzer ideolojik hedeflerle hareket ettiler. Bir isim feshedilirken, diğer isimler aynı mücadeleyi farklı kılıflarla sürdürebilir.
• Çok Başlı Yapılar:
Bu tür örgütler, tek bir lidere bağlı olmayan, çok başlı ve esnek yapılardır. Örgütün bir kanadı fesih kararı alırken, diğer kanat benzer yöntemlerle farklı isimlerle faaliyetlerine devam edebilir. Bu durum, terörle mücadelenin karmaşıklığını artırır.
• Manipülasyon ve Propaganda:
Böyle bir fesih kararı, örgütün tabanını moral ve motivasyon açısından canlı tutmak, yeni militanlar kazanmak veya uluslararası destek aramak amacıyla da kullanılabilir. Medya üzerinden yaratılan algı, bazen gerçeğin önüne geçebilir.
• Güç Boşluğu ve Yeni Tehditler:
Bir terör örgütünün sahadan çekilmesi, bölgede oluşacak güç boşluğunun başka radikal gruplar tarafından doldurulması riskini de beraberinde getirir. Özellikle sınır bölgelerinde yeni tehditlerin ortaya çıkması olasıdır.
Uluslararası Boyut ve Jeopolitik Dengeler
Bu mesele sadece Türkiye’nin iç güvenliğiyle sınırlı değil. Bölgede yaşanacak her değişiklik, Ortadoğu’daki güç dengelerini etkileyebilir:
• Bölgesel Strateji:
Türkiye’nin sınır güvenliği ve bölgesel stratejisi, bu kararın nasıl uygulanacağına bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Irak ve Suriye’deki gelişmeler, bu sürecin seyrini doğrudan etkileyebilir.
• Uluslararası Tepkiler:
PKK’nın çekilmesi, bu örgüte farklı bakış açıları olan küresel güçlerin ve bölge ülkelerinin tepkisini çekecektir. Türkiye’nin diplomatik hamleleri, bu süreçte belirleyici olacaktır.
Gerçek Barış Nasıl Sağlanır?
Gerçek barış, sadece silahların susmasıyla değil, aynı zamanda toplumsal yaraların sarılması ve güvenin yeniden inşa edilmesiyle mümkündür. Türkiye, bu süreçte sadece askeri değil, aynı zamanda sosyoekonomik adımlar atarak bölge halkını kazanmalı, ideolojik boşlukların radikal gruplar tarafından doldurulmasını önlemelidir.
Fakat bu süreçte, PKK ve benzeri örgütlerin fesih açıklamaları her zaman dikkatle analiz edilmeli ve sadece sözlere değil, sahadaki somut adımlara bakılmalıdır. Yıllarca süren kanlı çatışmaların ardından kalıcı barışın yolu, kararlılıkla örülmüş, adil ve kapsayıcı bir süreçten geçmektedir. Aksi takdirde, silahlar bir süre susabilir ama terörün yüzü değişmeye devam edebilir.
Adnan Fişenk
Gazze Katliamları ve Suriye’deki Gelişmeler Işığında Türkiye-İsrail Gerilimi
Ortadoğu, yine kan ve çatışma sarmalında. Gazze’de devam eden insanlık dışı katliamlar ve Suriye’de derinleşen vekalet savaşları, bölgeyi bir kırılma noktasına sürüklüyor. İsrail’in Filistin halkına yönelik saldırıları, artık birçok çevre tarafından açık bir soykırım olarak nitelendirilirken; uluslararası toplumdan gelen tepkilerin çoğu sembolik düzeyde kalıyor. Fakat dikkat çekici olan, bu sessizliğin ortasında Türkiye’nin sesinin daha gür çıkması.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İsrail bir terör devletidir” çıkışı, sadece bir söylem değil, Türkiye’nin dış politikada İsrail’e karşı net bir pozisyon aldığına dair güçlü bir sinyal. Türkiye, Birleşmiş Milletler ve İslam İşbirliği Teşkilatı başta olmak üzere çok taraflı platformlarda Filistin lehine diplomatik mücadele yürütüyor. Ancak kamuoyundaki yaygın kanaat şu: Artık sadece konuşmak yetmiyor, somut adımlar atılmalı.
Türkiye İsrail’e Karşı Doğrudan Müdahale Eder mi?
Bu sorunun yanıtı duygusal değil, jeopolitik gerçeklerle verilmelidir. Türkiye, NATO üyesi ve bölgesel güç dengelerini göz ardı ederek doğrudan askeri müdahaleye girişemez. Ancak bu durum, Türkiye’nin sahada dolaylı etkiler yaratamayacağı anlamına da gelmez. Özellikle Gazze’deki vahşetin Türk kamuoyunda yarattığı öfke, Ankara’nın daha sert ve proaktif adımlar atması yönündeki baskıyı artırıyor.
İnsani yardımlar, ekonomik yaptırımlar, diplomatik davalar gibi hamlelerin yanı sıra Türkiye’nin, bölgesel aktörlerle iş birliği içinde İsrail’in hareket alanını sınırlandırabilecek yeni stratejiler geliştirmesi kaçınılmaz hale geliyor. Fakat mesele sadece Gazze ile sınırlı değil. Gözler şimdi Suriye sahasına çevrilmiş durumda.
Suriye’de Yeni Bir Cephe mi Açılıyor?
İsrail’in son dönemde Suriye’deki faaliyetleri yalnızca İran destekli gruplara yönelik saldırılarla sınırlı kalmıyor. İsrail, Suriye’de etnik ve mezhepsel fay hatlarını derinleştirme stratejisini adım adım uyguluyor. Özellikle İsrail yanlısı liderlerin kontrolündeki Dürzi grupların silahlandırılması ve bu unsurlar üzerinden Suriye ordusuna pusu kurdurulması, yeni bir çatışma senaryosunun işareti olabilir.
İsrail uçaklarının, Dürziler bahane edilerek Suriye yönetimine yönelik hava harekâtları gerçekleştirmesi, gerçekte İsrail’in daha geniş bir stratejik hedef peşinde olduğunu gösteriyor. Zira bu saldırılar çoğu zaman Türkiye’nin kontrolünde olan ya da yakın bölgelerdeki gelişmeleri doğrudan etkileyebilecek alanlarda gerçekleşiyor.
Daha da çarpıcısı, İsrail’in uzun süredir PKK/PYD terör örgütüne verdiği silah, istihbarat ve lojistik desteğin, şimdi Dürzi milisler ve diğer etnik unsurlarla genişletilmesi ihtimali. Bu hamle, sadece Suriye rejimini değil, Türkiye’yi de hedef alan çok katmanlı bir kuşatma stratejisine işaret ediyor. Böylece İsrail, hem kuzey Suriye’de Türkiye’nin nüfuz alanını sınırlandırmaya çalışıyor, hem de yeni vekil unsurlar üzerinden Türkiye’ye karşı cepheyi büyütmeyi hedefliyor.
Türkiye Ne Yapacak?
Bu gelişmeler ışığında, Türkiye ile İsrail arasında doğrudan bir savaş ihtimali halen zayıf görünse de, Suriye cephesinde yaşanacak bir “yanlış anlaşılma”, “kaza” ya da vekiller üzerinden yürütülen çatışmalar bölgesel dengeleri altüst edebilir. Türkiye, bu örtülü tehditlere karşı diplomatik söylemin ötesine geçip sahada caydırıcılığını hissettirecek yeni adımlar atmak zorunda kalabilir.
Türkiye kamuoyunun Filistin konusundaki duyarlılığı yüksek. Devletin bu duyarlılığı görmezden gelmesi hem iç kamuoyunda kırılmalara neden olur hem de dış politikada tutarsızlık olarak algılanabilir. Ankara’nın atacağı her adım, yalnızca İsrail’le değil, aynı zamanda bölgede kurulan yeni denklemle de yüzleşmek anlamına gelecek.
Sonuç Yerine: Barış Mümkün mü?
Bölgedeki gelişmeler, İsrail-Türkiye hattında doğrudan olmasa da dolaylı çatışma riskini artırıyor. İsrail’in Filistin ve Suriye politikaları, sadece mevcut savaşları değil, potansiyel cepheleri de şekillendiriyor. Türkiye, hem insani hem stratejik sorumluluğunu gözeterek Filistin’in yanında yer almaya devam ederken; bu mücadelede barışın önünü açacak yapıcı, ama gerektiğinde caydırıcı bir duruş sergilemek zorunda.
Temennimiz, vekalet savaşlarının bölgeyi yeni bir büyük savaşa sürüklememesi. Fakat diplomatik hamlelerin yetersiz kaldığı noktada, sahada “dengeleri değiştirecek” gelişmelerin yaşanması da olasılık dışı değil.