42,0289$% 0,51
48,6316€% 0,71
55,2806£% 0,52
5.424,68%-0,09
9.195,00%0,02
4575189฿%-1.82988


30 Ekim 2025 Perşembe

ORHAN MİROĞLU’NA AÇIK MEKTUP…
Saygıdeğer üstad;
Bizler, fikir namusunun bir aydın için olmazsa olmaz yegane değer olduğuna inanan ve fikir namusunu her şeye rağmen yitirmemmiş eski gönül dostlarınız olarak, son dönemde yıllar önce dillendirdiğiniz fikirlerinizi şimdi kuytu köşelerden de olsa yeniden dillendirmeye başlamanızın sevinçli şaşkınlığını yaşıyoruz.
Saygıdeğer üstad;
içinde siyaset arenasına yeniden davet edilme umudu da gizli olduğu iddia edilen söz konusu o yazılarınız yalnızca bizler tarafından değil;
son dönemlerde Ak Parti’nin sizi milletvekili adayı göstermemekle de kalmayıp sizi geçmişte olduğunun aksine artık Ak Parti MKYK üyeliğine de layık görmemesinin etkisiyle yazıldığını iddia edenlerce de,
üstelik yalnızca fikir namusunun mihenk taşına vurmakla da kalınmayıp, fikir namusunun tüm testlerinden de geçirilen yeni format çekilmiş bu eski düşünceleriniz, söz konusu çevreler kadar olmasa da bizleri de şaşkınlığa düşüren bir doğruluk oranıyla başarıyla geçmiştir.
Ve bizler eski gönül dostlarınız olarak bu sevinçli şaşkınlığımızı üstümüzden atıp bir yazı yazma ibadetinde sizi tüm içtenliğimizle kutlamaya hazırlanırken, yazı İblis’inin yazı ibadethanesinde kulağımıza sinsice fısıldadığı cevabını bir türlü bulamadığımız sorularla günlerdir cebelleşiyoruz şimdi.
o kutlu yazı ibadetinize kısa bir süreliğine ara verip bu sorulardan şimdilik yalnızca birini bile cevaplama lütfunda bulunursanız eğer hem bizleri çok sevindirir hem de yazı İblis’inin o iğrenç suratına okkalı bir tokat atmak için bizlere yeterli manevi cephaneyi sağlamış olursunuz.
Yazı İblis’inin duygu dünyamızı allak bulak eden bir sorusunu , cevabını sizden bir an önce almak umuduyla affınıza sığınarak buraya yazıyoruz.
“Taraf Gazetesi yazarıyken, muhaliflerce o dönem İktidar yandaşı olduğu iddia edilen bir gazeteye transfer olma gerekçesi yapmaya çalıştığı, ölüm döşeğinde can çekişen rahmetli Şerafettin ELÇİ hakkında yazdığı ve yazı iblisi olarak benim bile isyan ettiğim o yazıdan dolayı ben bu gün bile hatırladıkça hala utanıyor iken, kendileri o gün yazdıklarından dolayı bu gün gizlice de olsa birazcık hicap duyup azıcık da olsa vicdan azabı çekiyorlar mı acaba?
Zatıalilerinin bu gün bile siz gönül dostları tarafından kendilerine yakıştırılamayan o davranışın nedeni, kendisine değer verilen bir sofradan kalktıktan sonra o sofradayken kalemiyle parıldatıp zihniyle ışıttığı, içinde insanlığın en rafine değerleri olan tabaklara o sofradan kalktıktan hemen sonra hem de iğrenerek, kalemiyle tükürmesinin sebebi o gün önüne serilen yeni bir sofrada kendine sunulan hayal bile edemeyeceği imkanlara mal bulmuş mağribi gibi abanırken kendine bu imkanı sunanlara abartılı bir biat gösterisi sunma çalışması mıydı acaba?..
Tıpkı bugün, geçmişte önüne serilen bereketli Ak Parti sofrasından kaldırılırken Ak Parti sofrasına gizli bir öfkeyle yine kalemiyle (ama bu kez gizlice) tükürüp bir daha ki seçimler için şimdiden birilerine görünmeye insanüstü bir gayretle çalışması gibi… “
Saygıdeğer üstat,
bizler rahmetli Şerafettin ELÇİ ile uzaktan ya da yakından akrabalığı olmayan hatta kendisi ile ne yazık ki tanışma şerefine de nail olmamış , zihin dünyalarımız oldukça farklı şekillendiğinden siyasi olarak da hiçbir zaman hiçbir ortak zeminde bir araya gelmemiş dünyaya bambaşka açılardan bakan gönül dostlarınız olarak yazı İblis’inin bu sorusuna sizden gelecek okkalı bir cevabı…
Ya da kim bilir?..
Belki de samimi bir özrü dört gözle bekliyoruz.
Selamlar, saygılar.


Dünyanın, ebedi bir huzura kavuşmak için çile çekilen geçici bir çilehane olduğuna inanlar son nefeslerine kadar hiçbir şeyden şikayet etmeyip , hiç kimseye neden oldukları çok kötü bir durumdan dolayı dahi sitem etmeden dervişane bir sabırla alın yazısı olduğuna inandıkları çilelerini çekmeye devam ederler.
Onu yıllar önce tanıdığımda Tanrı’nın dünyada çile çekmek için yarattığı kulları da varsa eğer o kullardan biri de kesinlikle budur diye düşünmüştüm.
Henüz iki yaşındayken annesini kaybetmesi ona daha o yaşta artık nazlanacak hiç kimsesi olmadığını çok acı bir şekilde öğrettiğinden hayatı boyunca hiç kimseden hiç bir beklentisi olmadan , hiç kimseye hiçbir şey için sitem etmeden hayatın karşısına çıkardığı her türlü zorluklara karşı içinde fırtınalar koparak yaşardı.
Bunun en önemli nedeni ise dünyada karşılık beklemeden sevmenin bir bedene bürünmüş hali olan bir anneden yoksun olmasının daha o küçücük bir çocukken ruhunda yarattığı o kocaman boşluğun hiç bir zaman kaybolmamasıydı belki de…
Çünkü mihnetiz yardım istenen , teklifsiz aranan, karşılıksız bir sevgidir anne .
Doğumdan hemen sonra kesilen kordon bağı yerine hiç bir gücün bir ömür boyu asla kesemeyeceği bir sevgi bağını anında kuran ve ilerde kendisini ne kadar üzerse üzsün aralarında ördüğü o sevgi bağından aldığı güçle yavrusunu her zaman affetmenin bir bahanesini anında mutlaka bulan nevi şahsına münhasır bir canlıdır anne.
Yanında olmasa da var olduğunu bile bilmek güven veren , yokluğu ise katlanılmaz olandır.
Seni uzaktan izleyip sen farkında bile olmadan her konuda yardımlar planlayan, karşılıksız seven , teklifsiz her şeyini verendir anne.
Annesizlik ise, size gölgenizden bile daha yakın olanın tarifsiz acısına bir ömür boyu katlanamamak, hayat enerjinizin çok büyük bir kısmını ölünceye dek kaybetmek, hayatınızda her zaman var olan , bir lütuf , bir değer değil de size verilmiş bir hak olarak algıladığınız kişinin varlığından artık yoksun kalmaktır.
Bundan dolayıdır ki ilerleyen yaşlarda artık her konuda kendine yetse bile, yine de her başı sıkıştığında yardım istemeden kendisine yardım edecek bir annesi olmamasının yüreğini gizlice kanattığını bazen birdenbire durgunlaşan bakışlarından anlardınız.
Çok küçük yaşta annesini kaybetmesinin travması onun yalnızca sevdiklerini kaybetmemek için sevdiklerine koşulsuz ve de itaatkar bir sevgiyle bağlanmasına sebep olmamış,
çocukken kendisinden esirgenen sevginin ve şefkatin eksikliğini kendisini tüm benliğiyle ailesine teslim ederek çocukken ruhunu yaralayan o sevgi ve şefkatin eksikliğini onlardan beklerken , onlara yalnızlığın o kahredici duygularını yaşatmamanın kutlu bir gayreti içinde de olmuştu hep.
Sevdikleri her zaman ve koşulda haklıydı onun için. Sevdiklerinin her isteği ( gücünün sınırlarını oldukça aşsa da) sorgusuz sualsiz yerine getirilmeliydi.
Oldukça ender bulunduğu neşeli ortamlarda ise konuşurken içindeki çocuksu heyecanı ele vermemek için genellikle göz temasından kaçınır , bulunduğu ortamın samimiyetine ikna olduğu durumlarda ise üzerindeki ürkekliği atarak ortalama bir zekanın kolay kolay algılayamayacağı zekice espriler yapardı.
Zihinleri menfaat ilişkilerine kilitlendiğinden, çıkar çatışması ve her türlü bencilliklerin gönül gözünü körelttiği bir çok insan müsveddesinin aksine günümüz dünyasında yalnızca emeğiyle var olmaya çalışan şikayet etmek yerine tahammül etmeyi içselleştirmiş çile mahkumu bir dervişti sanki
Geçmişte çile, şikayet etmek yerine tahammül etmeyi öğrenip ”Herkesi kendinden üstün görme” olgunluğuna erişmek ve vakti geldiğinde de bir tabut içinde ebediyete hoşça yolcu edilmek için bir dervişin bir şeyh nezaretinde karanlık bir hücrede yalnız başına kırk gün süre ile kendini dünyevi tüm zevklerden arındırarak çile odasında sürekli ibadetle meşgul olma olayıydı.
Tasavvuftaki çile isteğe bağlı ve bir ömür boyu değil de çile odasında yalnızca kırk gün olmasına karşın günümüz dünyasında bazı insanlar için ise isteğe bağlı değil de şartların da zorlamasıyla şimdi toplum içinde ve ne yazık ki artık bir ömür boyu sürmektedir.
Ve bugün dervişlik, artık çile odasında yalnızca 40 gün gün çile çekerek tasavvuf öğretisine konu olan kamil insan olmak değil, bireylerinin çoğunun gönül gözü körleşmiş bir toplum içinde bir ömür boyu çile çekerken çocuklarının rızkı için vicdan yoksunu, merhamet yoksulu işverenler arasında onurunu koruyarak var olmaya çalışmaktır.
Sevgili Cuma’m…
Ey çocuklarının rızkı için şikayet etmek yerine tahammül etmeyi seçmiş emekçi kardeşim.
Ey kara yazgısı için Tanrı’ya sitem etmeden bir ömür boyu çilesini dervişane bir olgunlukla yaşayan, abdestli dinsizlerin cirit attığı bir ülkede bir ömür boyu çile çekmeye mahkum edilmiş takkesiz , cübbesiz mümin.
Sen vicdanı kâr hırsının esiri olmuş , serveti çok olsa da merhametin kırıntısına dahi sahip olmayan bir işverenin “iş kazası” adı altında soğukkanlılıkla işlediği bir cinayetin kurbanı oldun. Bunu biz geride bıraktıkların olarak bir kenara yazıyoruz…
GÜLE GÜLE TEBESÜMÜNDE BİLE HÜZÜN GİZLİ ADAM…
GÜLE GÜLE ŞİKAYET ETMEK YERİNE TAHAMMÜL ETMEYİ BENİMSEMİŞ ÇİLE MAHKUMU DERVİŞ…
MEKANIN CENNET OLUR İNŞALLAH.
NOT: Siverek’teki yerel basın ve sivil toplum kuruluşlarının iş cinayetleri konusundaki sessizliği bir başka merhametsizlik örneğidir sanki.
Ramazan GÖKÇİ


DOKTORLARI KİMLER ÖLDÜRÜR?…
Ey mahallelerin şamar oğlanları, sözde milliyetçileri ,lümpen devrimcileri, devletçi liberalleri ahlaksız muhafazakarları ,solak faşistleri, ırkçı sosyalistleri , abdestli dinsizleri…
Ey serseriye haraç veren , mafyaya biat eden, açlıktan nefesi kokarken bile Karun kadar zengin zalimine koşulsuz , sorgusuz sualsiz boyun eğen yüreksizler …
Ey bir cübbeliyle karşılaştıklarında her biri süt dökmüş birer kediye , bir beyaz önlüklüyle karşılaştıklarında ise her biri biner kırmızı pelerin görmüş azgın birer boğaya dönüşen, ZEKA YOKSULU , VİCDAN YOKSUNU, ÜLKENİN ORTALAMA ZEKA SEVİYESİNİN BU DENLİ DÜŞÜK OLMASININ EN ÖNEMLİ MÜSEBBİBİ LANETLİ GÜRUH…
“Susmasın diye ezan, inmesin diye bayrak, bölünmesin diye vatan…”
“Ümmetin birliği sağlansın…”
“Devrim yapsınlar diye enternasyonalist bir dayanışmayla zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlar…”
Doğal denge korunsun, üniversiteler siyaset değil bilim yuvası olsun, aydınlar susmasın, tesettür yeniden yasaklanmasın, kurutulsun diye kökü manevi mafyanın da…
Yetim hakkı yenmesin, ahlaksızlık lanetlensin, kadın cinayetleri son bulsun ya da bir çare bulunsun diye çürümüşlüğüne toplumun diye mi, dur durak bilmeden vurursunuz , envai çeşit silahlarla ,silahı yalnızca bilgisi olan o savunmasızları?..
Yoksa ” Önleri açılsın diye muskacılarla üfürükçülerin, önleri açılsın diye açılsın diye ateist şamanlarla okumuş dekolteli büyücülerin , kızıl elma ya da ümmet adına , enternasyonalizm veya serbest piyasa aşkına” mı vurursunuz sağlıkçıları?..
Ya da “Gitsinler diye yeniden ABD ‘ye yeni Aziz SİNCAR ‘larla , yeni Gazi YAŞARGİL’ler…
Kaçsınlar diye yeniden Almanyalara yeni Özlem TÜRECİ’ler ile yeni Uğur ŞAHİN’ler diye mi vurursunuz o savunmasızları?..
Ey bu ülkenin milliyetçileri ,devrimcileri, demokratları , liberalleri , muhafazakarları , sağcıları, solcuları, komünistleri, sosyalistleri , mütedeyyinleri , Kemalistleri , şeriatçıları, laikleri, ateistleri, Müslümanları, gayri Müslümleri,
Ey bu ülkenin henüz yüreği kararmamış, vicdanını yitirmemişleri
Şimdi de savunmasız beyaz önlüklü çocuklarımızı vuruyorlar…
Bir AVM kadar bile güvenli olmayan hastanelerde hem de…
Acımızı hissediyorsanız sesimize bir ses lütfen…
Bizleri duyuyor musunuz?..
Ramazan GÖKÇİ

BİR DİN ADAMININ CAMİDEKİ İNTİHARI…
Suriye’nin Rakka şehrinde başlayıp Diyarbakır’da ki Tılham (Hantepe) camisinde son bulan Şeyh Osman’ın ya da “Suriyeli bir mültecinin” trajik yolculuğunun kısa bir öyküsü…
Bir din adamımın intihar etmesinin çok az örnekleri olsa da , bir din adamının ibadet ettiği caminin içinde ibadetinden hemen sonra kendini asmasının tarihteki ilk ve de tek örneğidir belki de Şeyh Osman…
Kime , neye isyandı bu kendine kıyış , bize karşı yapılmış çarpıcı, sarsıcı bir protestosu muydu bu, yoksa yılların yorgunluğu ya da hayata ve bu günkü dünya düzenine farklı bir meydan okuyuş muydu bu? Bilinmez.
Bu yazıdaki amacımız, Şeyh Osman’ın psikolojik bir otopsisini yapmaktan ziyade bir vicdan muhasebesi yapma , bir iç hesaplaşma yoluyla kendimizle de hesaplaşarak bu olay nezdinde bu ve benzeri olaylardaki sorumluluğumuzu ya da suçluluk oranımızı belirlemeye çalışma çabasından ibaret olacaktır yalnızca .
“Şeyh Osman camide kendini asmış…” kara haberini alınca telefondan, çocukluğumdaki bir yaz akşamına götürdü beni yine anılarım. Sıcak bir yaz akşamının o bunaltıcı havasında damda serilmiş kilimler, döşekler üzerinde bardaklarımızda daha önce varlığından bile haberdar olmadığımız Suriye’den gelen amcamızın getirdiği kaçak çaylar yudumlanırken yeni amcamızın pek de anlayamadığımız bir şiveyle dile getirmeye çalıştığı duygularının sıcaklığını gülüşündeki içtenlik ve gözlerindeki mutluluk parıltılarıyla anlayabiliyorduk ancak.
Henüz Suriye sınırının olmadığı ya da mayınlanmadığı bir zamanda babaannesi ile babası hala da tam olarak bilinmeyen bir nedenden dolayı o tarafta kalmışlar ve babası orada büyümüş, orada evlenmiş ama sınırın diğer yakasındaki akrabalarını unutmamış ve çocuklarına da unutturmamış.
Babasının öyküsünü bize heyecanla anlatırken anlattığı bu öyküyü bizim aile büyüklerimizin de bildiğini, onayladığını gördükçe sevinçten buğulanan o küçücük zeytin tanesi gözlerinden alamamıştım gözlerimi…
Babasının vasiyeti üzerine Karakeçili aşiretinin Gökçe boyundan olan akrabalarını bulmak üzere Suriye’nin Rakka şehrinden Siverek ilçesine gelmiş önce oradaki akrabaları bulmuş orada soyağacı yeniden güncellenmiş ve elindeki yaklaşık 500 yıllık soyağacı ile Siverek’ten de Diyarbakır’daki akrabalarla da tanışmak üzere bize gelmişti.
Zaman içinde bu gidiş gelişlerimiz karşılıklı olarak arttı. Akrabalığı daha da pekiştirmek için arada yeni evlilik bağları da kurulurken El Bab bölgesindeki eski akrabalara da ulaşıldı , ama bir süre sonra Suriye deki o lanet savaşın fitilini ateşleyenler, o lanet savaşı sürekli körükleyip de o yangının alevleri üzerine benzin dökerek yangının alevlerini daha da gürleştirenler , o lanet iç savaşta taraf olmadan yaşamanın olanaklarını da tamamen ortadan kaldırınca, çocukları, kardeşleri ve El Bab bölgesindeki diğer akrabalarla birlikte onlarda milyonlarca Suriye vatandaşı gibi her şeylerini geride bırakarak Suriye’yi terk etmek zorunda kaldılar.
Vasiyeti Diyarbakır’daki akrabalarının gömüldüğü mezarlığa gömülmek olsa da, Diyarbakır Şeyh Osman’ın son geldiği eski Diyarbakır değildi artık. Çakallar çöplükleri bile parsellemişlerdi şimdi Diyarbakır’da , her yerde olduğu gibi…
Ve muteber birer işadamı edasıyla dolaşıyorlardı şimdi , üç kuruşluk bir menfaat uğruna anasının ırzına bile geçmeye hazır soysuzlar, artık kimselerin kendilerinden hesap sormayı akıllarının ucundan bile geçiremeyeceğine olan o sonsuz güven ve sarsılmaz inançlarıyla …
Kim bilir kendi öz vatanında bile mülteci olmanın acısının yanına bu çürümüşlüğün eklenmesiydi belki de Şeyh Osman’ı o trajik sona götüren…
Şimdi kimi beyaz önlüklüler otopsi raporlarına , beyin omurilik sıvılarında serotonin ‘in yıkımı olan-HIAA düzeyinin düşük olmasıdır diye not edecekler belki de , Şeyh Osman’ın intihar nedenini …
Kimileri duygu durum bozukluğu, major depresif bozukluk, şizofreni , madde bağımlılığı, ya da antisosyal kişilik bozukluğu diyecekler , gözlüklerinin üzerinden bize kibirli kibirli bakarak.
Kimi ,intihar toplumsal olarak öğrenilmiş bir çaresizliktir diyecek, kameralar önünde kravatını düzeltirken , ya da Sigmund Freud’un dediği gibi bireyin öfke ve saldırganlığını bilinç dışı olarak kendine çevirmesidir diyecek. Elindeki kitabı referans göstererek…
“Toplumun intihar ettirdiği bir kişiliktir” der Van Gogh’un intiharı için ünlü oyun yazarı Antonin Artaud, kim bilir bizdik belki de Şeyh Osman’ın o sarsıcı ölümüne sebep olan, Edip Cansever’in İntihar mı dediniz , sakın cinayet olmasın” dizelerinde vurguladığı gibi…
Kim bilir, belki de bu varsayımların hepsi doğru ,ya da hiç biri bile doğru değildir belki de tüm bu söylenenlerin.
İntiharın en büyük günahlardan biri olduğunu bildiği halde, Şeyh Osman’ın intiharın en önemli nedeni, mutsuzken başkalarını mutsuz etmeme, mutsuzluğunun çocuklarını ve akrabalarını incitme korkusuydu belki de, kim bilir?..



SAPIKLARI ASMAYALIM, ÜNİVERSİTELERE BAĞIŞLAYIN…
Geçmiş yıllarda Haber Analiz Gazetesinde yazdığım bir yazının son bir kaç gündür gazetelerde yayınlanan bir haber üzerine güncelliğinden hiç bir şey kaybetmediğini görünce Diyarbakır Haber okurlarıyla da paylaşmaya karar verdim.
“Zonguldak’ın Çaycuma ilçesinde, Furkan Sevinç isimli erkek tarafından uğradığı cinsel istismarın ardından hayatını kaybeden 2 yaşındaki N.N.Ö. isimli bebeğin annesi Meryem Ö, cezaevinde mahkumlar tarafından üzerine kolonya dökülerek yakıldı. Hastaneye kaldırılan Meryem Ö. tedavisinin ardından yeniden cezaevine gönderildi.” Bu haber gazete ve televizyonlarda yayınladığında eminim ki sizde benim hissettiklerimi hissetmişsinizdir.
Allah’ım ne olur bu ve bunun gibi haberler; paragöz, meslek etiğinden yoksun gazeteci müsveddelerinin reyting uğruna uydurmuş olduğu yalan haberler olsun.
Ya da böyle hayali olaylar karşısında toplumun tepkilerini test etmeye çalışan sosyologların absürt bir sosyal deneyi olmuş olsun, temennisinde bulunmak da öfkemizi dindirmiyor…
Maalesef son yıllarda bu tür haberler tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sıklıkla basında yer almaya başladı.
Bu olaylar toplumların kahredici o yıkıcı yozlaşmasından mı arttı yoksa daha önce de vardı da iletişim araçlarının son yıllardaki etkinliğin artmasıyla gündelik yaşantımızda bu denli yer almaya başladı ayrı bir tartışma konusu …
Ama nedeni ne olursa olsun hiçbir ceza tehdidi ( idam cezası da dahil) ve hatta toplumsal linçler bile sapıkların sapkın duygularının eyleme dönüşmesini engelleyememekte ve bu sapıklar her gün yeni bir suç ile insanlığın ortak vicdanını kanatmaya devam etmektedirler.
İster Kant ve Hegel gibi filozoflardan etkilenilerek oluşturulan cezanın uygulanmasını başlı başına bir amaç olarak gören ve ceza gelecek için değil, toplumun düzeni bozulduğu için uygulanır ,cezanın verilmesiyle birlikte amaç da gerçekleşir diye kabul edilen Mutlak Hukuk Teorilere inanın…
İster daha 1. yüzyılda Platon gibi filozoflarında savunduğu ceza gelecek için verilir, cezanın amacı suçu önlemektir, cezanın amacı faili gelecekteki suçlardan alıkoymaktan ibarettir diyen Mutlak teorilerinin karşıtı Nisbi Hukuk Teorilere inanın…
Kanaatim odur ki insanın işlediği tüm suçlar öldürme , çalma ve hatta cinsel suçların bile izleri insanın ilkel beyninde (Sürüngen beyin ya da R – kompleks) gizli olduğu halde bu sapkınlıkların izlerinin insanın ilkel beyninde bile olmadığı ve bu sapkın davranışların yeryüzünde insan türü dışında hiçbir canlıda da bulunmadığıdır.
Bundan dolayı yapılması gereken belki de sapkın içgüdülerini dizginleyemeyen sapıklara sıradan bir suçlu gibi yaklaşmamak ve bunlarla ilgili suç tanımları yapılırken tıp bilim insanlarının da görüşlerine başvurmaktır.
Cinsel olgunluğunun henüz başlangıcında bile olmayan bir bebeğe cinsel duygular beslemek, cinsellik dürtüsüne bile aykırıdır.
Bu sapkın davranışlara sahip kişiler üzerinde yapılan araştırmalara göre bunların beyinlerinin bir bölümünde anormallikler (frontal ve santral bölgelerde) olduğu tespit edilmiş ve bu çalışmalara katılan bilim insanlarınca bu hastalıklı davranışlara sahip olanların kesin bir tedavisinin henüz bulunamadığı belirtilmiştir.
Gelin yalnızca toplum vicdanını rahatlatma , toplumu suçluya karşı koruma , suçluyu cezalandırma gibi amaçlarla değil, hiç bir kuşkuya yer vermeyecek şekilde suçluluğu kanıtlanmış bu sapıkları cezaevleri yerine kobay olarak kullanılmak ve üzerlerinde bilimsel araştırmalar yapmak üzere üniversitelere teslim edelim.
Araştırma merkezlerindeki masum deney hayvanları yerine bunlar üzerinde çeşitli deneyler yapılsın ve o masum hayvanlar yerine bunlar kobay olarak kullanılsın.
Böylece hem nice değerlerimizi koynunda yatıran toprak da bunların o kirli ruhlarını taşıyan bedenleriyle kirlenmemiş, hem toplum vicdanı rahatlatılmış ve hem de insanlığın birer yüzkarası olan bu sapıklar istemeden de olsa kirli ruhlarını taşıyan o bedenleriyle insanlığa birazcık da katkı sağlamış olurlar…
Ramazan GÖKÇİ
Diyarbakır Web Tasarım Ajansı