42,4231$% -0.04
48,9290€% 0.01
55,6730£% -0.01
5.633,06%1,47
9.464,00%0,65
3781635฿%1.87773


10 Ekim 2025 Cuma

Yıllar önce çıktığımız bu yolculukta, Diyar Magazin’in 50. sayısına ulaşmanın gururunu yaşıyoruz. Şehrin iş dünyasından sosyal hayatına kadar nice değişimin, dönüşümün ve hikâyenin kaydını tuttuk. Bugün elimizde, neredeyse 1500 sayfalık bir şehir arşivi var.
Bu yolculuk kolay olmadı. Mesleğe olan sevgi ve bağlılığımız, biraz da inatla yolumuzu açtı. Çünkü bizim için en büyük ödül; dergimizi eline alan insanların yüzünde beliren o küçük tebessüm oldu.
Ama işte bu noktada bir parantez açmak zorundayım.
Şehrin iş dünyasının, hatta ekonomik ve sosyal dinamikleri dediğimiz kurumların, bu yolculuğa destek konusunda sınıfta kaldığını söylemek zorundayım.
Evet, yanlış duymadınız. Ticaret ve Sanayi Odası, Ticaret Borsası, Organize Sanayi Bölgeleri yönetimleri, STK’lar ve şehri temsil ettiğin iddia eden iş dernekleri, müteahhitler…
Her fırsatta “memleket sevdalısı” kesilen, “güzide basın” diyerek nutuk atan bazı iş insanlarımızın, iş reklama gelince duvar gibi sus pus olmasına ne demeli. Diyarbakır’ ın bütün akrepleri bunların cebinde.
Basit kahvaltı organizasyonlarına basını davet ederek bedava reklamını yaptırma yüzsüzlüğüne alışan ve alıştıranlar, iş memleketin tek magazin dergisini desteklemeye gelince ortalıktan toz oluyorlar.
Sevgili dostlar, bu şehirde basın bedava kahvaltıyla doymuyor!
Şehrin belleğini, tarihini, ekonomisinin nabzını tutan bir yayın organını yaşatmak, sizin de sorumluluğunuz. Ama görüyorum ki Diyarbakır iş dünyasının önemli bir kısmı reklam konusunda eli sıkı davranmayı (pintiliği) bir meziyet sanıyor. Ayıptır. Reklama gelince üç kuruşu çok görürseniz, bu şehirde basın da, marka da büyüyemez.
Biz inatla yolumuza devam edeceğiz. Diyar Magazin, ücretsiz olarak iş yerlerinize ulaşmaya, bu şehrin hikâyelerini yazmaya devam edecek. Ama unutmayın; bir gün o arşivde sizin yeriniz boş kalırsa, bunun sebebi bizim değil, sizin bu duyarsızlığınız ve pintiliğiniz olacak.
Maalesef GAZZE’ de yaşanan soykırım devam ederken bunları konu edinmek bile utanç veriyor. GAZZE için sözün bittiği yerdeyiz. Eminim ki bir şey yapamamanın utancını hepimiz içimizde hissediyoruz. Dünya insanları vicdanlarıyla ayaktayken, Sumud filosuyla yola çıkan bahtiyarların hedefe ulaşması için duacıyız. Ama şunu biliyorum ki, bu konuda duyarsızlığımız ilahi adalet noktasında cezasız kalmayacak. GAZZE insanlığımız için bir mihenk taşı oldu. Onlar kazandı… Biz kendimize, kendi halimize acımalıyız. Acınacak hale geldiğimizin farkında mıyız? Duyarsızlığımızı, zaaflarımızı sorgulamalıyız. Allah bizlere rahmetiyle muamele etsin. Kalben buğzetmekten öteye geçemiyoruz. Ama niyetimiz ve duamız samimi. GAZZE vesilesiyle Allah insanlığa hayırlı kapılar açıyor. Bizim de uyanışımıza vesile olsun.

Şu şehrin taşına toprağına biraz hatırası dokunan herkes iyi bilir ki On Gözlü Köprü, sadece tarihi bir yapı değil, Diyarbekir’ in kalbinin attığı yerlerden biridir.
Ne var ki bugünlerde o kalbin etrafında, bir demlik çayda fırtınalar koparılıyor.
İşin garibi, yıllar evvel adeta kaderine terk edilmiş, çamurdan ve çöpten geçilmeyen On Gözlü Köprü çevresinin nasıl olup da bugünkü hale geldiğini kimse konuşmuyor.
Düne kadar kimsenin uğramadığı, yanından geçerken hızla uzaklaştığı On Gözlü Köprü ve nehir boyu şimdi yerli-yabancı turistlerin fotoğraf çektirdiği, nefes aldığı bir cazibe merkezine dönüşmüşse, bunun mimarlarını da alkışlamak gerekir.
Bundan yaklaşık 15 yıl öncesine kadar kimsenin yüzüne bakmadığı, geçmeye bile cesaret edemediği, kuş uçmaz kervan geçmez denilecek haldeki o mezbelelik yer, Efendi Mehmetoğlu ‘ nun dişiyle tırnağıyla yaptığı çalışmalar ve verdiği emekle şehir için utanılacak bir alandan, övünülecek bir manzaraya dönüştürüldü.
Balık hafızasıyla hareket edenlere hatırlatmak gerekiyor ki;
Dün çamur ve çöpten geçilmeyen On Gözlü Köprü çevresi, bugün yerli-yabancı binlerce insanın ağırlandığı bir cazibe merkezi haline geldi,
Şehrimiz için “ayıp” yerine geçen o perişan görünüm, bugün Diyarbakır’a yakışan bir manzaraya dönüşmüş,
Bu dönüşüm “devletin imkânıyla” değil, “yürek imkânıyla” yola çıkan birkaç işletmecinin özverili emeğiyle sağlanmıştır.
Ama gel gör ki, bugünlerde “işgal”, “rant”, “çökme” diyerek fırtına koparan bazı çevreler vefasızlık derecesinde sanki o dönüşüm hiç yaşanmamış gibi konuşuyor. Basın ve sosyal medya üzerinden algı operasyonlarıyla güya “kamuoyu hassasiyeti” oluşturulmaya çalışılıyor.
Fakat bütün mesele “ihya etmek” için orada bulunan işletmecileri kaçırmaya dönük bir algı operasyonuna dönüşürse, işin adı “kamuoyu hassasiyeti” değil, fırsatçılık olur.
O kadar organize bir hale gelen bu algı operasyonlarına şimdi de “Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (International Council on Monuments and Sites-ICOMOS)” de dahil edildi. Sormak gerekmez mi?1965’ te kurulan ICOMOS, 2010 yılına kadar On Gözlü Köprü’ yü duymadı da, şimdi ne oldu da bir demlik çay fiyatıyla uyandı? Çevredeki yapılaşmanın köprüyü tehdit ettiğine dikkat çekilen rapor hazırladı. Raporda, taraf devletin On Gözlü Köprü’nün bulunduğu yeri de kapsayan alanı korumakta başarılı olmadığı kaydedildi. (Bu yorum için biraz geç kalınmadı mı sizce de?)
Wax, Wax, Wax… Hele dezgeye bax!
Dicle Nehri, On Gözlü Köprü hepimizin… Kentimize gelen misafirlerimizi gururla ve en güzel şekilde ağırladığımız ve istifade ettiğimiz bu mekânlara verilen yılların emeğini, alın terini bir kalemde silip atmak hakkaniyete sığmaz.
Haksızlık ederek, bugünlere emek vererek getirmiş insanların, şehrimize kattıkları değerin itibarsızlaştırılmasına “eyvallah” denilmez.
Bugün dillere pelesenk edilen “işgalciler”, unutmayalım ki o alanı yıllar önce şehrin yüzüne bakılır hale getiren esnaflardır.
Semaver çayların fiyatları üzerinden koparılan yaygaranın arkasında “oraları boşaltalım, hepsini kaldırıp yıkalım” ya da “belediyeye ait halka açık, halkın ortak kullanım mekânları haline dönüştürün” diyenlerin (sanki şu an halka açık değilmiş gibi), On Gözlü Köprü çevresini emekleriyle bu güzel hale getirenlerin elinden almak düşüncesi varsa, burada başka bir hesap vardır.
Velhasıl, On Gözlü Köprü’nün arkasına sığınıp kelle isteyenlere küçük bir hatırlatma;
Dicle boyunda bugün ailemizle, misafirlerimizle saatlerce oturup çay içebiliyorsak, hatıra fotoğrafı çekebiliyorsak, şehrimiz için utanmıyorsak, bu işin içinde birilerinin alın teri ve emeği var.
“Yiğidi öldür ama hakkını teslim et” demişler. Eğer derdimiz gerçekten Dicle Nehri’ ne, Hevsel (Esfel) Bahçeleri’ ne, On Gözlü Köprü’ ye sahip çıkmaksa, yapılan güzelliklere, yılların emeğine vefasızlık etmeyerek, şehrine hizmet edenin hakkını teslim ederek başlayabiliriz.
Diyarbekir… Amed… “Bajarê Bîr û Evînê”. Bu şehir unutmaz; değerlerine sahip çıkanı da, sahipsiz bırakanı da…
Göreve geldiği günden bu yana Diyarbakır’ da eğitim kalitesini yükseltmek adına ayağı yere basan başarılı projeleri hayata geçirmeye çalışan İl Milli Eğitim Müdürümüz Murat Küçükali, birilerinin tekerine çomak sokmuş olacak ki bazı basın ve medya tetikçileri devreye sokulmuş ve cılız seslerle olsa da karalama faaliyetlerine başlamışlar. Yazılarımı takip edenler, bu şehrin yönetiminde görev alan, hizmet noktasında makam sahiplerinden beklentimizin samimi gayret olduğuna sıklıkla vurgu yaptığımı bilirler. Murat Küçükali’ nin de bu samimi gayretine daha göreve gelir gelmez, DİKO Başkanımız Mehmet Yüksel’ in ofisinde tevafuken karşılaştığımızda şahitlik ettim. Yarı değerli taşlara olan özel ilgisini, insanımızın istihdamına dönüştürecek müthiş bir projenin zeminini oluşturmak için yaptığı görüşmede güzel niyetini takdirle karşıladım. Milli Eğitim camiasıyla da yakın ilişkimden dolayı tanık olduğum özel durumlarda dürüstlüğüne ve dobralığına tanıklık ettiğim bu insanın karalanmaya çalışılmasına sessiz kalmayı kendime yediremediğim için bu satırları kaleme alma düşüncesi ortaya çıktı.
Diyarbakır’ ın en büyük talihsizliği, ne istediğini bilmeyen bir halk kitlesine sahip olması. Zaten geri kalmışlığımızın en büyük sebebi de bu değil mi. Memleket için iş, istihdam alanları oluşturulmasını istemek yerine, tayin istekleri ve çalışmadan maaş alabileceği bireysel istihdam için siyasilerin kapısını aşındırmaktan öteye geçemediğimizden, başka memleketlerin olağan halleri bile bize olağanüstü bir nimet gibi sunulabiliyor.
Tahminim o ki, yandaşlıkta sınır tanımayanlar, yalamak için parmakların uzatmışken, boş çanağa denk geldiğini görünce sızlanmaya ve söylenmeye başladılar. Kıçına bakmadan koltuğa talip olan, dayılarını veya çok dinidar akrabalarını devreye koyanlar sağlam bir duruşa sahip böyle bir müdürle karşılaşınca haliyle, “sen benim kim olduğumu biliyor musun?” moduna geçmişlerdir. Ya da ihale ve rant için siyasilerin yanında fotoğraf çekilip, falan bakan, filan il başkanı yakınımdır yalanıyla bürokratların kapısını arşınlayanlar, umduğunu bulamayınca at çamuru kalsın izi. Kökeni matbaacı, idolü para olan tetikçi basın ayağı mı? O çok basit, 50-100’ dü, şimdi olsun 500-1000. Hele bir de iddialara balıklama atlayan muhalefet varsa yeme de yanında yat.
Beyler Diyarbakır büyükşehir olsa da, bilenler için çok küçük. O yüzden memleket çalışan adam bulmuşken bırakın işini yapsın. Siz de dilinizden anlayan, nabzınıza şerbet, kâsenize lokma koyanların ziyaretlerine gidip elinizi ovuşturup fotoğraf çekilmeye devam edin. Dürüst iseniz ve memleketin faydasını düşünüyorsanız memleketin bağlarında neler oluyor onları araştırın, aleni bir şekilde çökenlerden hesap sorun, biz de yanınızda duralım.

Diyarbakır mutfağı gastronomi alanında hak ettiği yeri almak için ciddi bir mücadele içinde. Güney Doğu Anadolu lezzetlerinin özgün yemekleriyle haklı bir üne sahip bu kenti, gastronomi turizminden payını almak için son yıllarda önemli aşamalar kat ediyor. Bir yandan özgün lezzetlerini coğrafi işaret olarak tescillese de, maalesef ciğer ve kadayıftan öteye geçmekte zorlandığını da kabul etmek lazım. Hizmet sektöründeki kalifiye eleman sorunu da görmezden gelinemeyecek boyutta.
Gastronomi alanında şehrin yüzünü ak eden mekânların sayısı, özellikle kentin yeni yüzü diyebileceğimiz Sur içindeki yeni yapılaşmayla birlikte bir hayli artsa da, sektörün ağır abisi olarak nitelendirilebilecek belli başlı mekânlar güncelliğini korumaya devam ediyor.
Bu mekânlar içerisinde öne çıkanlardan, uzun yıllara dayanan hizmet ve lezzet kalitesiyle kendini kabul ettiren, Diyarbakır’ ın en önemli lezzet duraklarından biri de hiç şüphesiz, Z Restaurant.
Kurulduğu günden bu yana başarılı bir performans ortaya koyan Z Restaurant, sıcak atmosferi ve şık ambiyansıyla kalabalık akşam yemekleri için ideal bir mekân. Yemyeşil bir alana sahip geniş bahçesi ve havuz başında, şehrin sıcak yaz akşamlarına serin ve ferah bir alternatif, soğuk günlerdeyse iki katlı taş binada sıcak bir ortam sunması, mekâna ayrı bir cazibe katıyor.
Hem dost ve arkadaş gruplarıyla hoşça zaman geçirebileceğiniz güzel bir buluşma ortamı, hem de Güneydoğu ve Dünya mutfaklarının özgün lezzetlerini keşfetme imkânı bulabileceğiniz Z Restaurant’ ta, geleneksel lezzetler orijinal reçeteleriyle, profesyonel mutfak koşullarında hazırlanarak sunulmakta.
Menüsünde dünya mutfağından, yöresel lezzetlere, steakten, tavuk ve balığa etin her çeşidini deneyimleyebileceğiniz, keyif, lezzet ve kaliteli hizmeti bir arada sunan bu özel mekân, deneyimli ekibiyle menüsündeki seçkin lezzetleri alışılageldik tatlarıyla konuklarına sunmaya devam ediyor.
Muhteşem lezzetlerini tatmak ve misafirlerine tattırmak isteyenlerin, en önemli uğrak yeri olan Z Restaurant’ ın menüsü de bir hayli zengin. Yöresel ürünleri içeren Z’ ye özgü serpme kahvaltısı ve İngiliz kahvaltısından, İspanyol omletine zengin kahvaltısıyla güne harika bir başlangıç yapabilirsiniz.
Öğle ve akşam yemekleriyle gecenin ilerleyen saatlerine kadar uzanan bir sürecin her aşamasında geleneksel lezzetleri, dünya mutfağıyla harmanlayan mekânın özgün ana ve ara menüleri, yöresel tatlıları ve alkollü-alkolsüz içecek seçenekleriyle güzel bir akşam geçirmek ve her anınızı keyifli kılmak mümkün.
Fiyat-lezzet dengesini iyi ayarlamış olan mekânın yemekleri de, servis ekibi de çok başarılı. Benim favori seçimimi sorarsanız; ara sıcak olarak bumbar dolması ve içli köfte, Z Special olarak Mozarella Peynirli Dana Külbastı ve Kalamar Tava, meze olarak ta Şefin salatasıyla, Greek salata damak tadıma hitap eden lezzetler oldu. Tatlı olarak seçim yapmakta zorlanmakla birlikte tercihimi Fırında Ayva tatlısından yana koymakla doğru bir karar verdiğimi söyleyebilirim.
Urfalıların yemek hususunda “yedin mi rehmetli gibi yiyecağsın” sözü aklıma takıldı, o zengin meze çeşitleri, birbirinden farklı ızgara çeşitleri yok mu? Resmen gözüm içinde kaldı. Bu lezzetler adamı baştan çıkarır!..

Fuar etkinlikleri şehir ekonomisine artı değer katan olmazsa olmazlardan. Sanayiden nasibini alamamış ve bu gidişle onlarca yıl daha ışık görünmeyen sanayiden kat-ı nazar, şehrin geleceği, Allah vergisi sahip olduğu tarihi, kültürel ve doğal güzellikleri ile gastronomisinin turizme kazandırılmasında. Bu amaçla bölgesel kültür turizm destinasyonları arasında yer almak için Diyarbakır’ın “Mezopotamya Turizm ve Gastronomi Fuarı” adı altında turizmde öne çıkarılmaya çalışılmasında güzel bir niyet olsa da, gelinen noktada Mezopotamya üçgeni dediğimiz diğer illerin kaçının umurunda. Dokuz ili kapsadığı söylenen fuarda sadece Siirt valisine lütfedip geldiği için teşekkür edeyim. Katılmayan veya katılamayan Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin valilerinin Mezopotamya Üçgeni projesine ne kadar ikna olduklarının bir mesajı olarak algılamak yanlış mı?
Sayın Valimizin şahsi katkılarıyla fuarda stant açan iller de olmasa ortada fuar diye bir şey de olmayacaktı. Bu arada gastronomiyi de aradım ama bulamadım maalesef, gören varsa söylesin. Allah için hakkını vermek lazım, “Diyarbakır Kuçeleri” temalı fuar standımız taş sokak detaylarına kadar ince düşünülmüştü. Maalesef aynı ince düşünce gastronomisiyle de öne çıkmak isteyen bir şehir için neden düşünülemedi. Diyarbakır standında ilçe belediyelerimizin gastronomi adına millete kuruyemiş, pestil dağıtmaktan öteye geçmediğini de herhalde gören bir tek ben değilim. Haklı olarak soruyorum, Diyarbakır ve gastronomisi bu fuarın neresindeydi?
Fuara 16 ülkeden katılım olduğu basına yansıdı. Bırak 16 ülkeyi, kaç yabancı katılımcı veya ziyaretçi gördünüz? KKTC ve IKBY’ nden başka kim nereden geldi, Allah aşkına. Fuar düzenlemek sadece stant kiralama yönetimi değildir. Katılımcı ve ziyaretçi sayısının arttırılması adına reklam ve tanıtım faaliyetleri büyük önem taşır. Fuarın merkezinde, kendini kıt imkânlarla tanıtan, bırakın yabancı ülkeleri kendi ilçeleri ve çevre illerde acaba ne yaptılar? Seyahat acentelerinin ilgisini gerçekçi olarak değerlendirsek sınıfta kalındığını kabul etmek gerekecek. Sadece TÜRSAB’ ın büyük bir stant açmış olması ne derece yeterli.
27 Mayıs 639’ a tarihlenen Diyarbekir’ in fetih yıldönümü yaklaşırken, akıbetleri konusunda soru işaretleri olan şehrin fetih sembolleri“Fetih Sancağı” nın ve “Fetih Kılıcı” nın Diyarbekir’ in fetih yıldönümünde Diyarbakırlılarla buluşturulması fetih coşkusuna katkı yapmaz mı? İlgililere duyurmuş olalım.
Ramazan- Şerif’i idrak edeceğimiz bu kutlu Ramazan ayının hayırlara, birlik ve beraberliğimize, toplum olarak dayanışma, paylaşma kültürüne, sevgi, kardeşlik gibi güzel duygulara vesile olmasını temenni ediyorum. Bir temennim de görünür olma telaşıyla fotoğraf ve kamera önünde yardım etme meraklılarının, karşıdan nasıl göründüklerinin farkına varmaları. Hiç iyi görünmediğinizi belirtmiş olayım fazlasını söylemeyeyim. Ha bir de sosyal yardımlar var ki, sayının yüksekliği marifetmiş gibi lanse ediliyor. Şu kadar bin kişiye, şu yardımları yaptık. Marifet yardıma muhtaç kimse bırakmamaktır. Bilmem anlatabildim mi?
HACI DALGIÇ